Zizek, Savaş Tedbirleri ve Zamanın Ruhu Üzerine
Dünya genelini etkisi altına alan ve bu yazının yazıldığı tarihte yaklaşık 2 milyonu aşkın kişinin hasta sıfatı ile konu olduğu “Covid – 19” salgını, dünyanın çeşitli bölgelerinde ve farklı zaman dilimlerinde tecrübe edilmiş üzeri tozlu kavramları tekrar önümüze getiriyor.
Özellikle Batı Medeniyetinin salgın ile başa çıkabilme noktasında başvurduğu, yönetim anlayışını konsolide etme niyetindeki tedbirler, bu olağanüstü zamanlara tanık olan bizlerin tarihte uygulamaya konulmuş sıra dışı pratikleri hatırlamamıza birer sebep.
“Felaket” süresince toplum dirliği ve sağlığını önceleyen kamusal bir anlayış, kişisel hak ve özgürlüklerin korunması ya da kazanımına tercih edilirken, “felaket” koşullarının sona ermesi ile aynı anlayışın özünde güvenlikçi ya da idealist politikaların bir parçasına dönüşebileceğini tarih bize göstermekte.
Bu doğrultuda bir benzetme geçtiğimiz haftalarda Sloven popüler düşünür Slavoj Zizek tarafından yapıldı ;
Zizek röportajında bir soru üzerine salgın ve etkilerinin, liberal anlayışı benimsemiş ve politikalarını bu eksende belirleyen batı dünyası hükümetlerinin bir parçası olduğu kapitalist işe ait kimyayı bozduğunu ve bu bozulmanın özünde yanlış inşa edilmiş sağlık sektörünü çökme noktasına taşıdığından bahseder.
Durumun tespitini yapan Zizek’e göre bu aşamadan sonra çözüm mahiyetinde başvurulması gereken(ve aslında şu sıralarda başvurulmuş olan) yöntem, toplumsal dönüşüm ya da tarihsel kırılma zamanlarında ortaya çıkan ve yönetimde olanlar tarafından uygulamaya konulan “Savaş Tedbirleri”dir.
Dünya hükümetleri, salgın ile başa çıkabilmek amacıyla salgın tarihine kadar özel sektörün tekelinde olan sağlık hizmetini geçici olup olmayacağı belirsizliği ile kamulaştırma ve durma noktasına gelen ekonomiyi Merkez Bankası eliyle (parasal genişleme vb. yöntemler izleyerek) canlandırma yoluna gitmektedirler. Bu yöntemler tek adresten uygulanır olması itibarıyla “Savaş Tedbirleri”nin milenyum versiyonuna işaret eder.
Diğer taraftan “Savaş Tedbirleri”nden bahsederek Zizek’in gönderme yapmak gayretinde olduğu dönemin, kendisinin dünya görüşünü bilenler için Sovyetler Birliği’nin kuruluş yılları olduğu açıktır.
1.Dünya Savaşı öncesi ve (1917 yılına kadar)süresince her açıdan hırpalanmış olan Çarlık Dönemi’nin yapısal çöküşü ve zorlu koşulların dayattığı toplumsal hareket, iktidarın Bolşeviklerce teslim alınmasına sebep olmuş ve yeni yönetim hakimiyetini geçerli ve kalıcı kılabilmek amacıyla olağanüstü koşulları ülke sınırları içerisinde uygulamaya geçirmiştir.
Bu yönü ile Zizek, içerisinde bulunduğumuz koşulları Sovyetler Birliği’nin kuruluşu esnasında karşılaştığı çetin koşullara benzetirken kamulaştırma vb. merkezi tedbirler arasındaki benzerliklere dikkate çekmektedir.
Bahsi geçen tedbirlerin ne oldukları detayına tek tek yer vermeye bu yazıda lüzum bulunmuyor.
Savaş Tedbirleri
Ancak Sovyetler Birliği kuruluşu döneminde alınan “Savaş Tedbirleri” arasında okuyucuyu ilgilendirmesi muhtemel “sınırsız para basma” kararının neden ve sonuçlarından bahsetmekte fayda var.
1.Dünya Savaşı’na 3 yıl süre ile katılmış olan ve ekonomik krizin hayatın bir normali kabul edilmekte olduğu Rusya İmparatorluğu, Ekim 1917 tarihinde Bolşeviklerin yönetimi devir alması ile kendini yeniden yapılandırma süreci içerisinde bulmuştur.
İdeolojik gereksinimler çerçevesinde hızlı bir kamulaştırma aşamasına giren yeni yönetim, 1918 yılında İç Savaş’ın da patlak vermesi ile ülke genelinde daralan talep sorunu ile boğuşmaya başlarken, birçok üretici değer kaybetmiş olan para birimi karşılığında üretimlerini askıya alma kararı vermiştir.
Yönetim, karşı hamle olarak grevlerin yasaklanması, işçi sıfatı taşımayan kişilerin zorla çalıştırılması, açlık görülmemesi amacıyla köylüye ait fazla ürüne el konulması, dağıtımın merkezileştirilmesi ve talebin canlanması amacıyla ilave para basılması (lokomotif motivasyonun ideolojik yaklaşımlar olduğunu söylemek gerek) gibi kararları peş peşe uygulamaya koymuş ancak bu durum öngörülemeyen ve teorik olarak gerçekleşmesi beklenmeyen sonuçları da beraberinde getirmiştir.
1917 ile 1920 yılları arasında dolaşımdaki para miktarı yaklaşık 20 kat artış gösterirken ülke genelinde alınan önlemler dahilinde uygulamada olan el koyma / kamulaştırma politikası, kredi ve bankacılık sisteminin de var olma sebebini ortadan kaldırmıştır.
Merkez Bankasının (o yıllardaki adı ile “Halkın Bankası”) 1920 yılında lağvedilmesi ve yapının “Narkomfin” olarak anılan Finans Bakanlığına devri, paranın dolaşımda olma ihtiyacını tümüyle ortadan kaldırırken, yönetimin dolaşıma girecek yeni değer değişim aracı mahiyetinde bir alternatif tasarlamamış olması kısa süreli bir kaos ortamı yaratmıştır.
Bu durumdan kurtulmak amacıyla, bir dizi farklı başarısız deneme sonucu, yönetim ürüne zorla el koyma politikasından vazgeçme kararını yumuşatarak vergilendirme sistemini devreye almış ve bu kararın bir parçası olarak 1922 yılında altına endeksli ruble fikrinin hayata geçirilmesi ile yıllarca yaşanan ekonomik türbülans nihayete ermiştir.
Sınıfsız ve Parasız Toplum
Sınıfsız ve parasız toplum fikrinin temelindeki teori ile pratiğin ortaya koyduğu fark, ideolojik açıdan yönetici sınıfın isteksiz de olsa geri adım atmasına yol açarken Sovyetler Birliği bu düşünceden tekrar gündeme almamak üzere zaman içerisinde tümüyle uzaklaşmıştır.
Benzer ve belki de daha radikal bir örnek yıllar sonra soykırım ile suçlanacak Kızıl Kmer rejiminin yönetimde olduğu dönemde Kamboçya’da görülmüş, Sovyetler Birliği’nde görülen benzer ideolojik yaklaşımlardan hareket ile 1975 ile 1979 yılları arasında ülke Merkez Bankası kapatılmış, bankacılık sistemi yok edilmiş ve banknot kullanımı fiziksel takas sistemi ile ikame edilmek üzere yasaklanmıştır.
Anlatıldığı üzere, tarihte çeşitli ülkelerde test edilmiş “sınırsız para basma”, “parasız toplum” ve benzeri fikirlerin başarısız olmasının altında yatan sebepleri anlayabiliyoruz.
Ancak bu fikirler zamanın ruhuna uymadığı ya da kullanılan yöntemler insan doğası ile çeliştiği için mi meyve vermedi, yoksa henüz doğru an ve koşul oluşmadığı için mi başarı görülemedi kesin bir kanaat oluşturmak pek olası değil.
Bu belirsizlik belli ki uç sol dışındaki ideolojik yaklaşımlarda da sınırsız para basma fikrinin “ekonomik dar boğaza çözüm” mahiyetinde yaşatılmasını ve bu sefer tümüyle farklı motivasyonlar ile tekrar başvuru adresi olmasını sağlıyor gözüküyor.
Batı Dünyasının(ve özellikle ABD’nin) iktidar ve muhalefetiyle farklı vesileler ile kucaklamaya hazır göründüğü Modern Para Teorisi bu belirsizliğe son verecek mi bilinmez ancak bu yazı ile başladığımız üçlemenin bir sonraki yazısında bu teori üzerine bizlerin de karalayacağı bir iki cümle olacak.